12 Ağustos 2009 Çarşamba

Türk Pop Müziği Tarihi

Batı müziğinin Türkiye'deki tarihi, 1826'ya dek uzanır. II. Mahmut, Yeniçeri ocağını "Osmanlı'yı temsil etmekten uzak" olduğu gerekçesiyle kaldırır, daha 'batılı' bir ordunun kurulmasını sağlar. Mehter müziğinin, giysilerinden yürüyüş düzenine kadar her şeyi değişen yeni orduya uymaması üzerine arayışlara girilir, Mehtehane kapatılarak yerine Muzika-yı Hümayun kurulur, bu yeni oluşuma uygun marşlar yazdırılmasına karar verilir. Bunun için Avrupa'dan getirilen bir müzisyen, Manguel, başarılı olamayınca 1828'de ünlü opera bestecisi Gaetano Donizetti'nin ağabeyi Guiseppe Donizetti İstanbul'a davet edilir. Sanatçı, gelir gelmez 'paşa' ünvanıyla onurlandırılır ve geniş yetkilerle göreve başlar: Bando için marşlar besteler ve yeni besteciler yetiştirir.

Kantolar, ilk popüler batı müziği ürünleri kabul edilir. Sarayda icra edilen geleneksel 'ağır' musikiye halkça bir tepki sonucu ortaya çıkan bu tür, 1870 sonrasında, tuluat tiyatrolarında perde ve oyun aralarırıda söylenen şarkılar olarak ortaya çıkar ve işgal yıllarına dek hızla yayılır.
Yerli operetlerin bestelenmeye başlaması batı müziğinin evrimi ve yayılması açısından önemli dönüm noktalarından birisidir. İlk yerli operet Dikran Çuhaevyan tarafından bestelenen "Leblebici Horhor Ağa"dır. Ocak 1876'da temsil edilen operet büyük ilgi toplayınca arkası gelir. Kantolar, operet şarkılarına çevrilir. Batı müziği, popüler anlamda yeni bir tür kazanır. Daha batılı ve giderek daha çoksesli.

1900'lerin ilk yıllarında batı müziğinin seyri değişmeye başlar. Bu yıllar Osmanlı İmparatorluğu'nun son yıllarıdır. Savaş ve işgal, sosyal yaşamda etkisini göstermiş, bir durağanlığa yol açmıştır. Halk, eğlenceyi daha az düşünür olmuştur... Bu yıllarda salon eğlenceleri devreye girer. 1905-1914 yılları arasında en popüler salon dansları mazurka, kadril ve polka'dır. 1908 yılından itibaren yeni bir tür olan tango hızlı bir gelişme gösterir. Arjantin'de doğan, Avrupa yoluyla İstanbul'a ulaşan, gelirken Endülüs ve İtalyan folklöründen yararlanarak yeni bir şekil alan tango, bulunduğu ülkenin yerel müziğinden alabildiğine yararlanmayı bilmiş bir türdür. Türkiye'de de kolayca ulusallaştırılmış, birbiri ardına tango yorumlayan ve besteleyen sanatçılar ortaya çıkmıştır.

1935-37 yılları arasında yurt dışında eğitim gören Orhan Avşar ve 1938'de Türkiye'ye gelen Macar asıllı Darvaş, bu türün ilk 'yerli' öncüleridir. Aynı dönemde Fehmi Ege tarafından kurulan orkestra Arjantin çıkışlı tangoyu Türkiye'ye uyarlar. Fehmi Ege, Necip Celal Andel ve Necdet Koyutürk ile birlikte Türkiye'deki iIk tango bestecilerindendir. Tango gitgide özgünleşerek özellikle '60'larda devlet radyolarının da desteğiyle altın yıllarını yaşar.

1920'li yıllarda caz girer Türkiye'ye: Ermeni asıllı Leon Avigdor, Avrupa'da duyduğu bu müziğe hayran olur ve Türkiye'de de icra etmeye başlar; 1933 yılına dek kurduğu değişik topluluklarla İstanbul'da duyurur cazı. Birçok müzisyeni yetiştirir ve önünü açar. Aynı yıllarda kurulan Arto Haçadurian Orkestrası, bu dönemde kurulmuş ilk önemli topluluklardandır. İsmet Sırat Türkiye'nin yetiştirdiği en önemli caz müzisyenidir. Sevinç Tevs ve Ayten Alpman yorumlarıyla sivrilirken Cüneyt Sermet, İlhan Mimaroğlu, Süheyl Denizci, Selçuk Sun, Erol Pekcan gibi sanatçılar başarılı çalışmalara imza atar. İlerleyen dönemde Neşet Ruacan'dan Önder Focan'a, Kerem Görsev'den İmer Demirer'e uzanan başarılı müzisyenler yetişir.

1950'ler. Türkiye'de cazın dışındaki batı müziği türlerinin iyice tanındığı ve yerleştiği yıllardır. Bu gelişim yıllarında, ilk popüler yıldız ortaya çıkar: Beyaz smokin ceketi, papyonu ve hiç değişmeyen arkaya doğru taranmrş saçları ile sahneye çıktığında yeri göğü inleten bu yıldız Celal İnce'dir. Adana'da doğan, önce Muallim Musiki Mektebi'ne, ardından konservatuara giden ve bir süre müzik öğretmenliği yapan bu genç, tango yorumlarıyla atıldığı müzik hayatını kendi besteleri ve uyarlamalarıyla sürdürmüş, sadece sahnelerin değil, plakların da aranan yıldızı olmuştur. Onun sesinden tüm Türkiye'ye yayılan "Kovboy Şarkısı", bir dönemin en sevilen şarkılarından birisi haline galmiş, böylelikle tango dışında bir türün de Türkiye'de tutulabileceğini göstermiştir.
Celal ince'nin popüler olduğu yıllarda birbiri ardına kurulan orkestralar, mambo'dan ça-ça'ya birçok türde ürünler verir. Bu ortkestraların çalışma alanları, art arda açılan gece kulüpleridir. Niyazi Erden, İlham Gencer, İbrahim Solmaz, Kanat Gür, Üstün Poyrazoğlu, Çetin İnöntepe, Şevket Yücesaz, Süheyl Denizci, İlhan Feyman, Müfit Kiper o dönemde kendi adıyla orkestra kuran müzisyenlerden bazılarıdır.

1955'te İstanbul'da Deniz Harp Okulu öğrencilerince bir rock'n'roll orkestrası kurulur. Bu, yeni bir dönemin başlangıcıdır. Türkiye'de belki de ilk defa yeni bir batı müziği türü batıyla aynı zamanda icra edilir. Dünya Bill Haley and The Comets'in 'Rock Around the Clock'uyla sallanıp yuvarlanırken Türkiye, Deniz Harp Okulu Orkestrasıyla birlikte bu müzikle tanışır. Durul Gence ve Erkan Gürsal tarafından kurulan Deniz Harp Okulu Orkestrası, önce okul içinde, sonraları da Soner Soyata ve Arkadaşları uydurma adıyla İstanbul okullarında konserler verir ve tanınırlar. Erkut Taçkın, Yalçın Ateş gibi isimleri de içinde barındıran orkestra, elemanlarının okulu bitirmesiyle dağılır. 1958 yılında İstanbul'da önemli bir grup kurulur: İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi bünyesinde müzik yapan Şanar Yurdatapan'lı Kuyrukluyıldızlar. Sweaters, Sekstet SSS, Jüpiterler gibi topluluklar bu dönemde Ankara'da kurulan gruplardır. Bu arada genç bir sanatçı Tanju Okan da 1961'de Ankara'da profesyonel müzik yaşamına atılır.

Türkiye'nin ilk 'kült' müzisyeni sayılabiıecek Erol Büyükburç, bu tarihlerde ortaya çıkar. Önceleri rock'n'roll şarkıları söyleyen ve bu tarzda besteler yapan Büyükburç, sonraları memleket müziklerine merak salar. '50'lerin sonunda kimi klasik şarkıları, batı anlayışına göre düzenler ve bunları sahnede söylemeye başlar. Erol Büyükburç'un repertuarı oldukça geniştir: üzerine Türkçe söz yazılmış yabancı bestelerden caz standartlarına, türkü düzenlemelerine uzanan bir repertuara kendi bestelerini de ekler zamanla. 1981'de bestelediği ve bir taş plakta dinleyiciye ulaştırdığı "Little Lucy" büyük başarı kazanır. Bunu "Ağlarım", "Altın Tasta Üzüm Var", "Kırık Kalp" gibi Türkçe sözlü besteler izler. '70'lerin ilk yarısında Erol Büyükburç bir efsanedir. Birbiri ardına çevirdiği filmler ve bu filmlerin şarkıları dillerdedir. °Bir Başka Sevgiliyi Sevemem.. Sevemem.." gibi. Büyükburç, Konserlerde de fırtına gibi eser. İlk büyük Anadolu turnesini gerçekleştiren pop yıldızının ve sahnelere kıyafetlerden kareografiye değin bir dizi yenilik getirmiştir.

"Little Lucy" ile başlayan plak piyasasındaki canlanma, 45'liklerin ortaya çıkışıyla daha da artar. Taş plaklar giderek yerlerini daha kullanışlı olan ve kolay üretilen 45'liklere bırakır. Türkiye'de ilk batı müziği 45'liğini, 1962'de, o dönemde Galatasaray Lisesi'nde öğrenci olan Barış Manço ve topluluğu Harmoniler yapar. Süheyl Denizci Orkestrası, İlham Gencer ve Kuarteti, Faruk Akel Show Orkestrası, Kadri Ünalan Orkestrası, Şevket Uğurluer ve Arkadaşları o dönemin plak doldumuş ve 'iş yapmış' orkestralarıdır.

Haziran 1962'de Doruk Onatkut Orkestrası'na katılan Şanar Yurdatapan, Onatkut ile birlikte önemli bir çalışmaya imza atar: ça ça ritminde düzenlediği "Kara Tren" türküsü büyük sükse yapar. Bu, Türkiye'de batı tarzında yapılmış ilk türkü düzenlemesidir. Yurdatapan'ın, Ankara'da, halasının oğlu Alpay ile kurduğu 'Arkadaşlar' da dönemin en üretken gruplarındandır. Alpay, daha sonra 'Arkadaşlar'dan ayrılır, kendi adına plaklar yapar. Bu, Alpay adının Ankara dışında da duyulmasını sağlar.

Askerliğini Kore'de yapan Metin Ersoy, aynı yıllarda, orada duyduğu yeni bir türü Türkiye'ye taşır: Kalipso. 1961'de Türkiye'ye döndükten sonra İlham Gencer Orkestrası'na giren ve ilk taş plağını da aynı yıl yapan Ersoy, daha sonra bu türde 'eser'ler üretir ve kendisini 'Kalipso Krafı' ilan eder. Bir ara İsmet Sıral Orkestrası'nda da görünür ve yurtdışında 'repertuarı geliştirmek amacıyla' uzun süre çalışır.

60'ların başında bir yandan yerli beste ve düzenlemeler üretilirken bir yandan da meşhur yabancı şarkılara Türkçe sözler yazılır ve bu şarkılar 'aslı gibi' çalınarak söylenir. O dönemde üretilmiş şarkılardan en önemlisi, İstanbul Radyosu diskjokeylerinden Fecri Ebciğlu'nun "C'est Ecru Dans Le Ciel" adlı şarkıya Türkçe sözler yazarak oluşturduğu "Bak Bir Varmış Bir Yokmuş"tur. İlham Gencer Orkestrası tarafından seslendirilen bu şarkı, daha sonra 'aranjman' adını alacak bu türün ilk 'hit'idir. Yabancı şarkılara Türkçe söz yazarak şarkı 'üretenlerin' başını Fecri Ebcioğlu çeker. Bu şarkılar, o dönemde Türkiye'ye gelmiş yabancı şarkıcılar tarafından da seslendirilir. Ebcioğlu'nun sözlerini yazdığı "Her Yerde Kar Var", bir diğer 'ilk' şarkıdır. Adamo'nun, kendi bestesi "Tombe la Nuege" üzerine yazılmış sözleri seslendirdiği plak çok satar. Bunun üzerine, aynı yıllarda ortaya çrkan Sezen Cumhur Önal, yabancı şarkıcı ve topluluklara yazdığı Türkçe sözlerle sivrilir: Peppino Di Capri, Juanito, Sacha Distel, Marc Aryan, Patricia Carti bu dönemde Türkçe şarkılar söyleyen yabancılardan birkaçıdır. Ajda Pekkan, bu yılların en büyük yıldızıdır. Ay-feri, Gönül Turgut, Zaliha, Zümrüt, Kamuran Akkor '60'ların ikinci yarısından itibaren yorumladıkları şarkılarla adlarından söz ettirirler.

Erol Büyükburç plaklarının peynir ekmek gibi satıldığı dönemde Tülay German, Türkiye'de yeni bir tarzın yıldızı olarak parlar. 1964'te Yugoslavya'da düzenlenen Balkan Melodileri Festivali'nde Erol Büyükburç ve Tanju Okan ile birlikte 'milli' orkestranın solistliğini üstlenen German, bu festivalde seslendirdiği "Burçak Tarlası" ile büyük sükse yapar. Festival sonrasında piyasaya çıkan ilk Tülay German 45'liği "Burçak Tarlası / Mecnunum Leylamı Gördüm" çok satar. Bu 45'lik, yıllar sonra Anadolu-pop adını alacak türün ilk 'hit'idir.

"Burçak Tarlası"nın ilgi görmesinin ardından aynı tarzda yapılmış çok sayıda plak yayınlanır. "Yerli melodileri batı sazlarıyla yeniden yorumlama" olarak da tanımlanabilecek olan Anadolu-pop bu tarihlerde hız kazanır. Tülay German'ın Türkiye macerası ise kısa sürer, 30 Mart 1966'da Erdem Buri ile Paris'e giden sanatçı, müzik çalışmalarını Philips adına Fransa'da yaptığı plaklar ve konserlerle sürdürür. Orada da tanınır. 1980 yılında çıkan Zülfü Livaneli'nin "Günlerimiz" adlı plağına konuk sanatçı olarak katılan German, o tarihe kadar Türkiye'de plak yayınlamaz.
Galatasaray Lisesi yıilarında müziğe başlayan Barış Manço bu yıllarda Kaygısızlar'la birleşir. Kaygısızlar, 1966'da Fuat Güner ve Mazhar Alanson tarafından kurulur. Banş Manço ile yaptığı çalışmalar haricinde kendi adlarına da plaklar dolduran Kaygısızlar, dönemin önemli gruplarından birisidir.

kısaca müzik tarihi

Müzik, insan ıa da çalgı seslerinin, belli bir biçimsel güzellik ıa da duıgusal ifade ıaratacak biçimde düzenlenerek bir araıa getirilmesini içeren sanat dalıdır. Kültürlere göre farklılıklar gösteren melodi ve ritm anlaıışlarını, dönemlere aıırarak inceleıen ve bir bütün olarak ele alan bilim dalına Müzik Tarihi denir.
Sanat Tarihi kapsamında ele alınan dönemlerle paralellik gösteren Müzik Tarihi dönemleri, insanlığın başlangıcından günümüze kadar uzanan tüm zamanı ve ıeni tüm akımları açıklaıacak şekilde belirlenmiştir. Elimize ulaşan tüm eser ve kaınaklar değerlendirilerek Eski İunan’dan bugüne Ortaçağ, Barok, Klasik, Romantik, ve Modern olarak dönemler isimlendirilmiş, kaınakları elimize ulaşamaıacak denli eski müzik anlaıışı ise ilkçağ müziği olarak ele alınmıştır.

İlkçağ Müziği
İüksek bir kültür evriminden uzak kalmış olmaları ıüzünden sanat müziği geleneği edinmemiş toplum öbeklerinin uıguladığı müziğe denir. Doğal ıaşamın gereği olarak çıkarılan sesler ve kullanılan aletlerin belirlenmesi için günümüz ilkel kabile ıaşantılarından ve tarihi kalıntılardaki kabartmalardan ıararlanılmıştır. Avcıların ıaıı, ıaılı çalgıların; toprak kap-kacak ve ıerdeki çukurlar üzerine gerilen haıvan derileri vurmalı çalgıların, ıağmur duası için ıapılan ritüeller sırasında kullanılan figür ve sesler ise dans ve şarkıların atası saıılmış, Çin, Kelt, Eskimo ve bazı Afrika müziklerinde kullanılan ıalın anlaıışın ilkçağ müziği ile benzerlik gösterdiği kabul edilerek bu çağ müziği açıklanmaıa çalışılmıştır.

İunan Müziği
Batı müziği teorisi, kökleri Mezopotamıa ve Mısır uıgarlıklarına uzanan İunan kültürüne daıanır. İunan düşünürler, doğanın bütünlüğü konusunda, müzik, matematik, astronomi ve dini birbirine bağlaıan bir prensibin varlığına inanmış, makrokosmos (evren) ile mikrokosmos (insan) arasındaki uıuşumun müzikte ıansıdığı görüşünü ortaıa atmışlardır. Pitagoras ( İ.Ö. 585-479 ) İunan müzik kuramının kurucusudur ve bir kutu üzerine gerdiği bir telin titreşimiıle ses düzeninin temel aralıklarını saptamıştır. Bu sistemin geliştirilmesi ile ilk enstrümanlar kitara ve lir ortaıa çıkmış, nefesli ilk çalgı pan flüt bu dönemde kullanılmıştır. İ.Ö. 8. ve 7. ıüzııllarda bu enstrümanlar eşliğinde söılenen destanlar, kır müzikleri ve danslar, dinsel törenlerde toplu söılenen şarkılar, daha sonraki dönemlerde kullanılacak opera, oratorıo ve bale müziğinin temellerini oluşturmuştur. İlk notanın harflerle sembolize edilen uıgulamaları da bu döneme daıanır.

Eski Roma Müziği
Eski Roma müziğinde İunan, Ortadoğu ve Etrüsk etkileri vardır. Bronz tuba ve korno Etrüsk, Aulos çalgısı İunan, tulumlu gaıda Ortadoğu kökenli çalgılardır. Roma’da şölen, eğlence ve zafer geçitlerinde bu çalgıların ıanısıra arp, lavta, simbal, davul ve ziller kullanılmıştır.

Ortaçağ ve Rönesans Müziği
Ortaçağ ve Rönesans, Avrupa tarihinde bin ııllık bir zaman parçasını kapsar. Batı Roma İmparatorluğu’nun çöküşünden İeniçağ’ın başlangıcına dek olan bu dönemde Batı sanat müziğinin temel kuralları doğmuştur. 9. İüzıılda gelişmeıe başlaıarak Rönesans’ta doruğa ulaşan çokseslilik, nota ıazısının geliştirilmesi - Latince duaların ilk hecelerinden oluşan nota sistemi – gibi ıenilikler bugün hala geçerliliğini korumaktadır. Rönesans'ın en belirgin formları dini müzik olan missa ve din dışı konuları anlatan madrigaldir.
Ortaçağ müziğinin bir başka özelliği de bugünkü ozan ve aşıklarımızın ataları olan, günlük müzik ıaşamının kilise dışındaki temsilcileri jongleur, troubadour, trouvereler gibi gezgin şarkıcılardır.
15. ve 16. İüzııllarda vokal şarkı müziği ağırlığını korurken Rönesans’ta çalgı müziği oldukça önem kazanmış, koro müziğindeki ses aırımları (soprano-alto-tenor-bas), çalgılara uıarlanmış, değişik büıüklüklerdeki aletlerden oluşan çalgı aileleri oluşmuştur ( İaılı çalgılar ailesi: keman- viıola- viıolonsel- bas vb.). Tuşlu çalgılar da ilk bu dönemde ıapılmış, çembalo, virginal, klavikord gibi çalgılar bir sonraki dönemin büıük enstrümanı kilise orguna öncülük etmişlerdir.

BAROK DÖNEM ( 1600-1750 )
Mimaride Barok denince akla Almanıa’da 17. ve 18. ıüzııllarda ıaıgınlaşmış çok süslü bir akım gelir. Müzikte bu deıim 1600-1750 ıılları arasındaki dönemi belirler. Hümanizmin (insancılık) öğretisinin ıaııldığı bu dönemin en önemli bestecileri Claudio Monteverdi, Georg Philip Telemann, Johann Sebastian Bach, George Frederich Haendel, Domenico Scarlatti ve Antonio Vivaldi’dir. Operanın doğuşu ile başlaıan bu dönem, çalgı konçertoları ve senfonilerinin ıanısıra klavsen ve org için ıazılmış kilise müziği formlarııla belirginleşir. J.S.Bach ile çok sesliliğin temeli olan polifoni anlaıışının, D.Scarlatti ve A.Vivaldi ile konçertoların, C.Monteverdi ile operanın, F.Handel ile senfoninin en belirgin örnekleri bu dönemde ıaratılmıştır.

KLASİK DÖNEM ( 1750-1825 )
Dialektik dünıa görüşünün ortaıa çıkması dolaıısııla müzik formlarında karşıt tema uıgulamaları ile seçkinleşen bu dönemin önemli bestecileri, Viıana Klasikleri olarak adlandırılan Joseph Haıdn, Wolfgang Amadeus Mozart ve Ludwig von Beethoven’dır. Sonat formunun ıeni şeklini piıano, keman, flüt gibi enstrüman müziklerinin ıanı sıra konçerto ve senfonilerinde de uıgulaıan bu besteciler Klasik Dönemin saraı müziği ıapan sanatçılarıdır. Birçok tanınmış eserin ıaratıldığı bir dönem olmuştur ( Türk Marşı- Mozart; Für Elise, Kader senfonisi, Pastoral Senfoni – Beethoven vb.)

ROMANTİK DÖNEM ( 1825-1900 )
Fransız İhtilali’nin ardından öznel duıguların açığa çıktığı bu dönemin ilk bestecileri, Preromantik olarak kabul edilen Felix Mendelssohn, Franz Schubert ve Carl Maria von Weber’dir. Robert Schumann, Frederic Chopin, Franz Lizst, Niccolo Paganini, Johannes Brahms, Peter Iljitsch Tschaikowskı, Hector Berlioz, Robert Wagner gibi büıük romantik bestecilerin ıetiştiği ve virtüozitenin zirveıe ulaştığı bu dönemde edebiıatla müzik içiçe olmuş, müzik tarihinin önemli formu liedin en seçkin örnekleri verilmiştir. F.Lizst ve R.Wagner’in eserlerinde görülen leitmotiv anlaıışı, modern dönemin habercisi saıılmıştır.

MODERN DÖNEM ( 1900 -1945 )
Romantik Dönem’in sona ermesi ile birlikte farklı ülkelerde değişik müzik anlaıışları ortaıa çıkmıştır. Romantizme karşıt olan tüm bu ıeni müzik araıışları, modern dönem kapsamı altında değerlendirilir.

• Postromantizm (Son Romantikler): Bu dönemin en belirgin ve de en önemli bestecileri Gustav Mahler ve Richard Strauss’tur.
• Empresıonizm (İzlenimcilik): Fransa’da resim alanında Manet, Monet ve Renoir gibi ressamların ıarattığı bu akımın müzikteki temsilcileri Gabriel Faure, Claude Debussı ve Maurice Ravel’dir.
• Ekspresıonizm (Anlatımcılık)-12 ton müziği: Bu ıeni akım, Alman besteciler Anton Webern, Arnold Schönberg ve Alban Berg’in matematiksel müzik anlaıışlarııla sunulmuştur.
Nasıonalizm (Ulusal Akımlar):Sovıet Okulu’nda Sergeı Prokofief, Dimitri Shostakovic, Macaristan’da Bela Bartok, Rusıa’da Rus Beşleri, Türkiıe’de Türk Beşleri ( Ahmet Adnan Saıgun, Cemal Reşit Reı, Ferit Alnar, Ulvi Cemal Erkin, Necil Kazım Akses ) ‘nin çalışmalarııla etnik müzik klasik formların içinde olması gereken ıerini almıştır.
Neoklasizm ( İeni Klasikçilik ) : Ferrucio Busoni ve
Bunlardan başka Paul Hindemith, İgor Stravinski, Fransız Altılıları, Carl Orff gibi çağın önemli bestecileri birbirlerinden farklı farklı türlerde modern anlaıışın renkli ıelpazesini oluşturmuşlardır.

1945 Sonrası
Müzik tarihinin 1945’ten günümüze kadar gelen son dönemi zaman içerisinde kalıcılığını koruıarak müzik tarihinde ıerini alacağı tahmin edilen caz müziği, elektronik müzik, deneısel müzik gibi güncelliğini koruıan müzik türlerinin sunumuıla sana erer.

TÜRK HALK MÜZİĞİ TARİHİ

Müziğin ilk insanlarda nasıl başladığını incelediğimizde her ne kadar efsaneye dayanan. tarafları varsa da, gerçek olduğuna inandığımız yanlan da bulunmaktadır. Esen rüzgarların sazlıklardaki kır.k kamışlara çarparak çıkarmış oldukları ıslık seslerini, onların da taklit ettikleri. üzüntüLÜ ve sevinçli günlerİnde 'çıkarmış oldukları seslerin ilk müzik duygularını verdikleri tahmin edilmektedir.
Zamanla düşüncelerini 'geliştirerek, kamışın veya kirişin çıkarmış oldukları sesler, onların ilgisini çekmeye başlamış, avlanmak üzere kullandııkları ok ve yaylarını bir müzik aleti gibi de kullanmış oldukları bilinmemektedir.

Gürcü Müziği Tarihi

Gürcistan, çok eski ve çok gelişmiş bir müzik kültürüne sahiptir. Gürcü halkının müzik konusundaki yetenekleri herkes tarafından bilinmektedir. Bunun en iyi örneği yetkin müzik folkloru ve onun bir kolu olan çok sesli halk müziğidir. Bununla ilgili olarak, akademisyen B.Asapiece şöyle demiştir: “Gürcü halkının müzik dehası insana dağları deldirtir ve onu şaşkına çevirir.”
Yüzlerce gelişme sürecinde Gürcü halkı geniş bir halk müziği potansiyel ( milli olduğu kadar ruhani de) müzik kültürünü oluşturdu. Birçok tarihi ve edebi kaynağa dayanarak (12-13.yüzyıllarda) müzik sanatının altın çağına ulaştığını iddia edebiliriz. Bunu için, müzik kültürü konusundaki mükemmel eser Mihael MODREKILI’nın. dini müziklerden oluşan dergisi Iyodgar örneği yeterlidir (978-988). Müzik pratikleri, müzik enstrümanlarinin çeşitleri ve termonolojilerin üstün panoraması eski Gürcistan’in gerçek ansiklopedisi Şota Rustaveli’nin Kaplan Postlu Kahraman’inda açilanmiştir. Ancak Gürcistan’in kötü talihi sonucu kendi profesyonel müziğini geliştirme olanaği 19.yüzyil sonlarina doğru doğdu. Yeni Gürcü kompozitör okulu kuruldu. Ancak 20.yüzyıl ilk çeyreğinde milli klasik müzik eserleri oluştu.


Yeni Gürcü profesyonyel müziğnin gelişmesinde Gürcü kompozitörler için bitmeyen bir kaynak olan halk yapitlarinin çok önemli bir yeri vardir. Folklör malzemelerini kullanma prensipleri ve coğrafyasi değişiyordu, müzik stili genişliyordu, ancak sikica belirlenmiş milli ruh herzaman vardi ve bugünde Gürcü kompozitörlerin müziğini yansitan temel özellik ve orjinalliğin temel faktörü olarak varliğini sürdürmektedir.
Milli (halk ve profesyonel) yapitlarin yanisira, Gürcü müziğinin enternasyonel ilişkilerinin de çok büyük önemi vardi. Ilk olarak, Rus klasik mirasindan başlayip taninmiş Sovyet Rus kompozitörlerin eserlerine varana kadar Rus müzik kültürüyle ilişkilerden doğan yapitlardan söz edilmelidir. Kendi gelişme sürecinde Gürcü müziği, yabanci klasik ve modern müzik yapitlariyla zenginleşiyordu. Gürcü müziğinin sanatsal idealleri intonasyonel stilistik sözlüğü genişilyordu.


Müzik faaliyetlerin her dalinda, Gürcü kompozitörler, taninmiş örnekler oluşturdular. Gürcü müziği uzun zamandir Sovyet arenasina girmiştir. Son yillarda uluslararasi alanda da dikkat çekmeye başlamiştir.


Gürcü müziği. Gürcü kompozitörler, müzik guruplari ve icracilar tarafindan, geniş alanlara yayilmakta, bugün hakli olarak bağimsiz ve gelişmiş ünvanini almaktadir. Eğer, toplumsal ve bilimsel önem taşiyan Gürcü müziği tarihi yazilirsa yukarida söylenenler daha iyi anlaşılır; gelişmenin başlica etaplari açiklanmiş olur. “Sadece Gürcü Müziği Tarihi” ve “Gürcü Müziği Edebiyati” konularinin 40 yildir Tbilisi Devlet Konservatuvari’nda ve ülkenin müzik okullarinda okutulduğu dikkate alinirsa, bugüne kadar bu konularda ders kitaplarimizin olmamasi, butür çalişmalarin yapilmasi gerekliliği konusunda pratikte bir mecburiyetin ve aktüel önemin dahada arttiğini gösterir.


Gürcü Müziği Tarihi’nin I.cildi, bu boşluğu doldurmak için yapilan bir deneydir. Bu kitap eski Gürcü müziğini kapsamaktadir. Bizim klasik mirasimiz yeni Gürcü profesyonel müziğin temelini oluşturan Z. Piliasvili ve onun izindeki taninmiş isimler M. Balancivadze, D. Arakaşvili, N.Sulhanişvili ve V. Dolidze’nin çalişmalarina II.ciltte ve 1920-1980’li yillarin Gürcü müziği eserlerine ve müzikal yaşamin başlica faktörlerine de III.ciltte yer vereceğiz.
1901 yilinda Tbilisi’de I. Karagareteli’nin eseri Gürcü Müziği basildi. Ama Gürcü (halk) müziğinin öz doğasini ilk araştiran ve belgeleyen D. Arakaşvili’ydi. D.Arakaşvili 1925 yilinda basilan brösürdeki “Gürcü Müziği” adli yazisinda geleceği görürcesine yaziyordu.: “Yüzyillarin derinliklerinden bizler ufuklara ciktik ve oradan inmeyeceğimize dair ümüdimiz olmalidir.” D.Arakaşvili, “Gürcü müziğinin tarihi gelişmesini ve zamanin modern Gürcü kompozitörlerinin kisa özelliklerini açiklamişti.
Büyük Ivane Cavahişvili kendi taninmiş kitabi Gürcü Müziğinin Tarihinin Temel Konulari’nda, (Tbilisi,1938) Gürcü çok sesliliğinin genetik problemlerini, halk vokal ve enstrumantal müziği konularini, Gürcü tarihi ve edebi kaynaklarinda belirtilen müzikal termonolojinin temeli temelini açikladi.


Eski Gürcü müzik kültürü tarihi konularinda G. Chikvadze , P. Ingorokva, V. Gvaharia, M.Iaşvili, O. Cicavadze , I. Bahtadze’nin önemli çalişmalari vardir.


Yeni Gürcü müziği (20.yüzyil) tarihine gelince, bu konuda temel rolü, Tbilisi Devlet Konservatuvari, müzik tarihi kürsüsü kurucusu (1937) Prof.L. Donadze’nin bilimsel çalişmalar yaptiği Gürcü müziği tarihi konusu oynamiştir. Donadze, bu dersi1947 yilinda bir konservatuvarda okutuyordu ve bu konservatuvar birkaç nesil Gürcü müziği uzmani yetiştirmiştir. Ganatleba adli yayin organi 1975 yilinda, bu konunun bir bölümü olan “Sovyet Gürcü Müziği Tarihi” denemesini (1921-1945) yayimladi. L. Donadze’nin monografisinde Gürcü müziğinin başlica problemlerine işik tutulmuştur.
Tbilisi Devlet Konservatuvari müzik tarihi kürsüsünde Gürcü müziğinin her şeyi tez olarak işlendi, birçok Gürcü kompozitörle ilgili monpografiler yazildi. (Yazarlar: P. Hucua, A. Begicanov, A. Tsuukidze, T. Huroşvili, T. Kvirikadze, E. Dzidzadze, E. Balancivadze, K. Lordkipanadze, G. Orconikidze, M. Iaşvili, M. Hvitisiaşvili).


Bircok yüzyila dayanan ve zengin Gürcü müziği kültürünün, sistematikleşmesi ve genelleşmesinin ilk ciddi deneyimi müzik tarihi kürsüsünün gücüyle hazirlanan büyük kitap Gürcü Müziği kültürüdür (19567). Bu kitap uzun yillar ders kitabi olarak okutuldu ve bugun de önemini kaybetmemiştir. Bu temel çalışmada 1957 yılına kadar var olan Gürcü müziği tarihine (genellikle tarihi-monografik prensipler temelinde), Gürcü halk şarkıları ve danslarina yer verilmiştir.


Yazarlar kollektifi (L.Donadze, G. Toradze, A. Tsulukidze), Moskova’da 1970-74 yıllarında yayınlanan SSCB Halk Müziği Tarihi’nin “Gürcü Müziği” bölümünü yazarlarken önemli çalışmalar yapmışlardır. Buarda, 1921-1967 yillarinin Gürcü müziği kültür tarihi topoluca yeterince açiklanmiştir. Kitapta Gürcü müziğinin geçirdiği tüm evreler ve başlıca etaplar, genel yaratici ideleri gösterilmiştir. Tüm değerli eserler belirtilmiştir.
Bu yayin organinin ek ciltleri için G.Orconikidze 1967-1977 yillari arasi Gürcü müziği hakkında denemeler hazirlamiştir ve bunlari Yokuş Yolun problemleri (1979) adli kitabinda toplamiştir. Bu kitapta modern Gürcü müziğinin aktüel problemleri ile ilgili yazilar yer almaktadir.
A.T.Sulukidze’nin Sovyet Gürcü Müziği (Tblisi, 1971) adli kitabi dikkat çekmektedir. Bu kitapta Gürcü müziğinin yarim yüzyillik değişmesi açiklanmaktadir. G. Chikvadze’nin Sovyet Gürcistan’ının Kompozitörleri (1956) ve A.Msvelidze’nin Gürcistanda Müzik Eğitimi (1976) adli kitaplarida önemlidir. Ayrica Gürcü müziği ve Gürcü müziği kompozitörleri hakkinda SSCB halk müziği ve müzik tarihi ders kitaplarinda, yazilari, deneme araştirmaklari bulunan Sovyet Rus müzik bilginleri V. Beliaeva, S. Ganzburg ve E. Bokscanin’den de söz etmek gerekir.
Gürcü müziğinin önemli eserlerinden bazilari sadece Tbilisi Devlet Konservatuvari kütüphanesinde bulunmaktadir.


Gürcü Müziği Tarihi 1.cildi eski müzik bilginlerinin yaptiklari çalişmalarin bir özetidir.


Gürcü Müziği Tarihi ilk olarak konservatuvar müzik okullari pedagoglari ve öğrencileri içindir. Bu yüzden, eğitim için uygun metodla yazilmiş olmasina dikkat edilmiştir ancak kitabin, konuyla ilgili olanlar dışında da geniş okuyucu kitlesi olmasini umuyoruz.


Gürcü müzik terminolojisi maalesef henüz bilimsel düzeyde işlenmemiş ve kesinleşmemiştir; ayni konuyu anlatabilmek için sik sik değişik sözcükler kullnilmaktadir. L. Donadze,O. Cicavadze, G. Cihikvadze’nin yazdiği


“Kartuli Musikis Istoria”nin (Gürcü Müziği Tarihi)
I. cildinin (Önsöz)’üdür.
Çeviren: Hacer ÖZKAN (IREMADZE)
Çveneburi, Nisan-Haziran 1999, Sayi: 32

10 Ağustos 2009 Pazartesi

KLASİK MÜZİK TARİHİ

Barok Dönem


Barok dönem 1600 ile 1750 yılları İtalya’daki opera denemeleriyle başlamış J.S.Bach’ın ölümüyle sona ermiş ve tüm müzik türlerinde günümüze kadar kalıcı olan değişikliklerin oluşmasına neden olmuştur.


Barok müzik bir döneme adını vermekle birlikte mimari başta olmak üzere diğer pekçok kategoride de değerlendirilebilmektedir. Barok Portekiz’ce barroco (düzgün olmayan inci) kelimesinden gelmektedir. Mimarlıkta deniz kabuklarına benzer eğmeçli bezemelerden meydana gelen 17. yüzyılda kısmen de 18. yüzyılda Avrupa'nın özellikle Katolik ülkelerine (İtalya İspanya Potekiz Avusturya güney Almanya Belçika) ve Latin Amerika'ya yayılmış olan üslup olarak göze çarpar. Barok sözcüğü yanlızca 17. yüzyıldaki genel tutumu nitelendirmekle kalmamış Helenizm ile Gotik'in geç dönemlerindeki bazı belirtilerin anlatılmasında da kullanılmıştır. Furetiére'in 1690'da hazırladığı Fransız dilinin ilk sözlüğüne göre "barok" "tam yuvarlak olmayan incileri anlatmakta kullanılan bir kuyumculuk terimi"dir. Saint-Simon 1711'de "garip ve rahatsız edici bir düşünce"yi anlatmak için barok sözcüğünü kullanmıştır. Fransız Akademisi sözlüğü de 1694'teki ilk baskısında Furetiére'in tanımlamasını olduğu gibi benimsemiştir. 1740'taki baskı ise mecazi anlamı benimsiyordu: düzensiz tuhaf eşit olmayan. Jean Jacques Rousseau'ya göre "barok müzik armoninin açık seçik olmadığı modülasyonlar ve uyumsuzlukla dolu entonasyonları güç ve hareketi zor olan müziktir". Yapı sanatı ile ilgili ilk tanımla 1788 yılında "Encyclopédie méthodique"te karşılaşılmaktadır: "mimarlıkta barok tuhaflığın bir nüansıdır". Öyle anlaşılıyorki bu isim dönemin başlangıcında resim ve heykel çalışmalarındaki değişikliklere gösterilen şaşırmış reaksiyon sonucu çıkmıştır.


Rönesans dönemi tüm sanat dallarında sadelik temizlik ve saflık dürtülerini güçlendirmesine ve duyguları daha yumuşak bir anlatımla ifade etmesine karşın özellikle müzik alanında sürekli kullandığı tekdüzelikden dolayı giderek sıkıcı olmaya başladı. O kadarki rönesans dönemi bestelerinin en belirgin özelliği çalgıların aynı anda başlayıp aynı anda eseri bitirmeleri olarak anlatılabilir.


Barok dönemle birlikte müzik "kontrast" kavramı ile tanışır. Aynı tınılardaki çalgılar birbirleriyle savaşırcasına birbirleri ile karşıtlık oluşturarak eserde yerlerini alırlar. Klasik Dönem sanatçıları dahi her ne kadar Barok dönem eserlerini karmaşık süslü zevksiz ve abartılı olarak adlandırsalar ve "Barok" kelimesini aşağılayıcı manada kullansalarda kendi kullandıkları ve günümüze kadar uzanan birçok armoni kuralını bu dönemin ustalarınan öğrenmişler ve yer yer kopyalamışlardır. 150 yıla yayılan bir süreci etkileyen Barok akımı kimi müzik tarihçilerine göre 2 kimine göre 3 evreli bir dönemdir. Fakat herkesin kabul ettiği ortak düşünce ise son dönem "Olgun Barok" Johann Sebastian Bach'ın etkisi altında geçmiştir.


Barok müziğinin yapısında en belirgin özellik müzikde "kontrast"lar kullanılması olmuş ve bununla birlikte konçertolar devri başlamıştır. Müziksel ifadeyi güçlendirmek için kullanılan ses düzeyinin alçalıp yükselmesi Barok dönemde keşfedilen ve gelişen işaretlerle başlar. Ortaçağ ve Rönesans'ta ses şiddeti hep aynı seviyede kullanılmaktaydı. Barok dönemde "Piyano - düşük ses" ve "forte - gür ses" terimleri ile eserlerde ses şiddetinin önemi ve katkısı görülmeye başlar.


Barok dönemin bir diğer yeniliği bu döneme kadar olan müzikal yapıda bulunmayan ve eserin başka bir bölüme geçeceğini veya bittiğini belirten bir olgunun kullanılmasıdır. Eserlerde kapanışlar ve geçişler daha güçlü yer alır.


Kontrastlar üzerine kurulan Barok müzikte ritmik yapıda da büyük gelişmeler olur. Rönesans'tan Barok müziğe sıçrayan metine bağlı müzikal anlatım konuşma dilindeki vurguların abartılmasına neden olur. Barok dönemde doğan Opera ve kantatlar günümüzde de aynı kurala bağlı kalınarak abartılı bir dilde seslendirilirler. Barok dönemle beraber çalgı müziği büyük ilerleme gösterir. Yalnız çalgılar için bestelenen yapıtlar çoğalır. Ses müziği ve çalgı müziğinin birleştirilmesi de Barok dönemde filizlenir. Eşlik görevi gören sürekli bas çalgıları ve insan sesi birleşir. Kontrast oluşturmak amacıyla eşlik çalgıları tekdüze hareket ederken vokal hareketli ve süslü davranır. 16.yüzyılın sona ermesiyle birlikte İtalyan besteciler madrigal adını verdikleri şiirler üzerine yazdıkları çok sesli müzikler üzerine yoğunlaşmaya başladılar. Monteverdi’nin opera eserleri ve madrigalleri barok dönemin ilk zamanlarının zirve noktası olmuş ve daha sonra gelecek müziğe liderlik etmiştir. Dinsel bir tema üzerine kurulu dramatik eserler olan oratoryolar kökünü Roma’dan alırlar. Avrupa’ya yayılması ise Alman-İngiliz besteci George Frideric Handel sayesinde olmuştur. Bugüne kadar gelmiş geçmiş en önemli oratoryo olan Messiah oratoryosu G.F.Handel tarafından İngiltere’de bestelenmiştir (1741). Sonat kendini barok dönemin ilk zamanlarında bulmuş bir başka müzik tarzıdır. İtalya’da sonat yavaş ve hızlı dans parçalarından oluşan eser veya yavaş-hızlı kontrastlarıyla gelişen eserlere denir(daha sonra bu tarz kiliselerde kullanıldı). Arcangelo Corelli gibi her iki tarzda da müzik yapan besteciler olmuştur. İtalya’nın dışında süit adı verilen dans parçaları yaratılmaya başlandı. Süitler de büyük bir gelişimin habercisi olsalar da sonatlar kadar önemli bir kilometre taşı değillerdi. Süitler kantatlarda olduğu gibi tek bir çıkış noktasından hareketle iki veya üç bölümlü forma ulaşırdı (örneğin Domenico Scarlatti’nin klavye sonatları gibi) Bach’ın bestelediği 1’den çok formlu eserler gibi. İlk sonatlar ya tek bir enstürman ya da küçük bir grup için yazılırdı. 17.yüzyılın sonlarına doğru(barok dönemin ortaları) bu sonat formu konçerto grosso şekline dönüştü. Solist grup ise genellikle concertino (iki keman ve continuo) olurdu. Daha sonra ise konçerto durumuna dönüştü. Bach’ın Brandenburg Konçertoları konçerto grosso stilinin bu dönemdeki en iyi örneklerinden şüphesiz birisidir. Ayrıca en az Bach’ın olduğu kadar Antonio Vivaldi’nin solo konçertoları da bu dönemin en önemli modellerinden oldu.


Sonat konçerto ve vokal formları gelişiminin ortalarında barok dönemin bir başka önemli özelliği ortaya çıkmaya başladı : Tonalite. 16.yüzyılın ortalarında eski kilise modları yeni anahtar bağları konseptiyle yer değiştirmeye başladı. Barok dönemle birlikte besteciler bir anahtardan diğerine atlamaya başlamıştı. Zamanın kromatik müziğini üretmeye başlamışlardı.


Zamanla anahtarlar arasında ki bağ ve geçişler bir sistem halini aldı. Bach’ın İyi Düzenlenmiş Klavye(Well-tempered clavier) adlı eseri bu bağı anlamak için iyi bir örnektir. Bu eser ayrıca bir başka iki önemli barok özelliği yapısı içinde barındırmaktadır : Prelüd ve füg.


Barok dönemin en gözde çalgıları klavsen ve harpsikort’tu. Bunlar seslerin hafif veya kuvvetli çıkmasına olanak sağlamayan bir düzeneğe sahiptiler. Oysa barok dönemde gelişen müzikal anlatımı güçlendiren müzik sembolleri ve o dönemde ihtiyaç duyulan hafif ve kuvvetli çalımlar önemli bir unsur halini almıştı.


Barok dönemde icat edilmesine karşın dönemin bestecileri piyano için eser yazmazlar. Klavsene göre cılız bir sese ve sert tuşeye sahip piyanoya eser veren ilk besteci Muzio Clementi’dir. 1773’de daha on sekizindeyken piyano için üç sonat yazmış çalgıyı popüler hale getirmiştir. Bach gibi ünlü Barok dönem bestecilerinin günümüzde piyanoda çalınan eserleri aslında piyano için yazılmamıştır. Dolayısıyla “piyano” ve “forte” gibi nüanslar ve “staccato” gibi çalım tekniklerinin hiç biri eserlerin aslında yoktur veya çok azdır.


Bütün bu değişiklikler birbirlerine paralel olarak geldi ve barok dönemi oluşturdular. Eski kurallardan ve polifonik takıntılardan kurtulunması yeni bir tarz ve kural geleneği yapma gereğini doğurdu. Bu da kadanslar veya armonik geri planlar üzerine doğal olarak solistlik yapan melodiyi ortaya çıkardı. Bu armoniler içinde sequence(zincirleme)’i getirdi ve tüm bu armonik gelişimler bir yandan da ritmik gelişmeleri doğurdu. Bas bölümleri Orta Avrupa dans müziğinin tipik ritmleriyle kaynaştı ve tüm bunlar barok müziği barok müzik yaptı.


Barok dönemde müzik modern müzikal dilin gelişiminde kuşkusuz en önemli kilometre taşı olmuştur. Bu 15 yüzyıl içerisinde müzikal formlar değişip geliştikçe bir yandan da daha sonrasının ve bugünün müzik standartlarını belirlemeye başlamıştı. Tonalite ve akor tonlaması çok büyük önem taşımaktadır. Bir başka önemli özellik ise müziğin bu dönemde evrensel bir dil taşımaya başlaması ulusallıktan çıkıp tüm Avrupa ve dünyaya seslenmesidir.


BAROK ÜZERİNE İLGİNÇ NOTLAR


Dr. Georgi Lozanov ünlü Bulgar psikoloğu dakikada yaklaşık 60 vuruşluk bir tempo ile barok müziği kullanarak yabancı dilleri öğretme konusunda bir yöntem geliştirdi. Öğrencilerin öğrenmesi normalden çok daha kısa sürdü. Dönem içinde öğretilecek olan normal sözcük bilgilerinin ve deyimlerinin yarısı (1000'e yakın sözcük ve deyim) tek bir günde öğrenildi. Bunun yanında öğrencilerin öğrendiklerini akıllarında tutma oranı ortalama %92'ydi! Dr.Lozanov bu sonuçlarla belirli Barok parçalarını kullanarak yabancı dillerin %85-100 verimle normal süreleri olan 2 yıl yerine 30 günde öğretilebileceğini kanıtlamış oldu. Barok müzikle öğrenen öğrenciler dört yıl boyunca kullanmasalar bile %100 doğrulukla ikinci dillerini anımsayabilmişlerdir!


Binlerce öğrenciye sahip olan 'The Center for New Discoveries in Learning' yıllardan beri hem derslerde hem de öğrencilerin ders çalışmalarında müziğin kullanımını araştırmaktadır. Mozart ve belirli Barok parçalar (dakikada 60 vuruşluk tempolarla kaydedilmiş olanlar) kullanan öğrencilerin daha sakin olduklarını daha uzun çalışabildiklerini öğrendiklerini daha uzun süre anımsayabildiklerini ve öğretmenlerinden öğrendiğimiz kadarıyla daha iyi notlar aldıklarını gözlemledik.


Doğru tempoda kaydedilmiş bu özel müzik parçaları en yüksek öğrenme/anımsama etkisi için beynin sağ ve sol bölümlerini harekete geçirir. Müzik beynin sağ tarafını harekete geçirirken çocuğunuzun okuduğu ya da sesli söylediği sözcükler sol tarafı harekete geçirir. Araştırmaya göre bu da öğrenme potansiyelini en az beş kat artırır. Kulağınız düzenli saniyede bir vuruşluk Barok müziğini duyduğunda kalbinizde tempoya uygun olarak düzenli bir şekilde atar. Bu rahatlamış ve aynı zamanda zinde durumdayken zihniniz daha kolay konsantre olabilir. Müzik fizyolojik durumumuzu karşılar ve onu etkiler. Ağır zihin çalışmaları gerektiren işlerde nabzımız ve kan basıncımız artar ve genelde bu durumdayken konsantre olmak daha zordur. Barok ve Mozart parçalarından tempoları düşünülerek özellikle seçilmiş olan bazı CD'ler kan basıncınızı ve nabzınızı düşürürken aynı zamanda öğrenme yeteneğinizi artırır. Ders çalışırken iş yerinizde ya da araba kullanırken Mozart Vivaldi Pachabel Handel ve Bach gibi bestecilerin müziklerini dinlemenin yukarıda anlattığımız türde sayısız yararları vardır.


Batı’da Klasik müziğin dönüşümü kamusal alanda dolaşıma girmenin müziği nasıl aristokrasinin hegemonyasından çıkardığını gösteren canalıcı bir örnek. 18. Yüzyıl bilindiği gibi Avrupa’da müziğin Barok yüzyılıdır. Haendel gibi Haydn gibi Mozart gibi Bach gibi Barok müziğin büyük ustaları bu yüzyılda vermişlerdir eserlerini. Ama Barok müzik feodal aristokrasinin özel alanına ait bir etkinlik olarak kalır bu yüzyıl boyunca... Werner Stark’ın The Sociology of Knowledge’da belirttiği gibi Haydn Kont Esterhazy için müzik bestelemekte bu müzik Esterhazy Şatosu’nda ona ait olan özel alanda icra edilmektedir. (Haydn bu şatoda yemeklerini Esterhazy Kontu’nun uşaklarıyla birlikte yemektedir!) Klasik müzik kamusal alanda dolaşıma girmemiştir henüz. Bu ancak 19. Yüzyılda gerçekleşecek ve mesela Beethoven’in müziği kamuya açık alanlarda bu yüzyılda icra edilebilecektir..


Salon müzik ilişkisine örnek: Barok müzik J.S.Bach dönemindeki besteciler kiliselerde belediye ve saraylarda veye bir operada görevliydiler. Bu yerlerin ortak özellikleri küçük olmaları idi. Genellikle dikdörtgen şeklinde yansıtıcı yüzeylere sahiptirler. Bu akustik çevrelerdeki yankılanma süresi kısadır. Böyle bir çevrede çalınan müzik çok parlak olur ancak seslerin dolgunluğu azdır. Klasik dönem Haydn Mozart Beethoven bu dönemdeki orkestrada 40 kadar çalgıcı bulunuyordu. Yaylı ağaç üflemeli prinç üflemeli vurmalı çalgılar kullanılıyordu. O zamanki konser salonları şimdikilerden küçüktü. Dinleyiciler ise 300-400 kişi kadardı. Bu salonlar tümüyle doluyken yankılanma süresi 15 s olmaktadır. 19 yy daha büyük yapılar inşaa edildi ve süre 15 s- 18 s aralığına uzadı. Bu gün Klasik dönem müzikleri için en iyi yankılanma süresi 15 –17 arsında kabul edilmektedir. Romantik devir daha kişiseldir. Bestecinin duygularının anlatımı önemlidir. Brahms Wagner Çaykovski Debussy gibi bestecilerin dönemidir. Daha dolgun seslere ve daha uzun yankılanma sürelerine ihtiyaç duyulur. Bu dönemde yankı süreleri 2 s ye kadar uzamıştır. Bu gün romantik müzikler için yankılanma süresi 19 s - 22 s arasında kabul edilmektedir.





Barok Dönemde Tarihe Düşülen Notlar



1604 William Shakespeare Othello’yu yazdı

1607 Kuzey Amerika’da ilk kalıcı İngiliz kolonisi Jamestown Virginia kuruldu

1609 Galileo Galilei Jüpiter’in uydusunu keşfetti

1611 İncil’in yetkili versiyonu King James Bible yazıldı

1618 30 yıl savaşları başladı

1619 İlk siyah köleler Virginia’ya ulaştı.

1625 Francesca Caccini tarihçilere göre ilk kadın besteci La Liberazione di Ruggiero besteledi ve Polanya’da 4. Wladyslaw’ın resepsiyonun icra edildi.

1628 William Harvey kan dolaşımını buldu

1631 İngiltere’de Chloridia adlı eserin icrasında ilk profesyonel kadın şarkıcılar yer aldı

1632 Oughtred slide rule’ buldu

1633 Engizisyon Galilei’yi söylediklerini geri almaya çağırdı

1639 Fransa 30 yıl savaşlarına katıldı

1639 Virgilio Mazocchi ve Marco Marazolli tarafından ilk komik opera Chi Soffre Speri Roma’da icra edildi.

1642 – 1646 İngiliz iç savaşı

1647 – 1659 Fransız – İspanyol savaşı

1648 – 1653 Fransız iç savaşı

1654 – 1667 Rusya – Polonya savaşı

1655 – 1660 Brandenburg – Rusya savaşı

1660 İngiltere’de monarşi yeniden kuruldu

1664 – 1666 Newton yerçekimini buldu

1666 İtalya Cremona’dan Antonio Stradivarius ilk kendi imzasını taşıyan kemanı yaptı.

1666 Newton ışık spektrumunu buldu

1671 Leibniz toplama makinasını buldu

1675 Londra’da St.Paul kathedralinin inşaatı başladı Greewich rasathanesi kuruldu. İlk ışık hızı ölçüldü.

1677 Bakteri bulundu

1683 Türkler Viyana’yı kuşattı

1687 Türkler Mohaç savaşını kaybetti

1689 – 1697 Kuzey Amerika’da İngiliz – Fransız savaşı

1696 Thomas Savery Buhar makinasını keşfetti

1699 Avusturya’lılar Macaristan’ı Türklerden geri aldı

1705 Reinhard Keiser Octavia adlı eserinde ilk kez Fransız kornalarını kullandı

1714 Fahrenheit civalı termometreyi buldu

1725 Vivaldi 4 Mevsim’i yazdı

1742 Handel’in Messiah adlı eseri Dublin’de muhteşem bir seyirci karşısında ilk kez sergilendi.

1752 Büyük Britanya Gregorian takvimine geçti.

Müzik Bilimi'nin Tarihi ve Tanımı

Tanım
üzikoloji müzik bilimidir. En geniş anlamıyla müzikle ilgili her türlü bilgi alanını araştıran bir bilim dalıdır. Bazılarına göre müzikte "icra ve bestecilik dışındaki tüm dalları kapsar" yaklaşımı eksiktir. Çünkü müzikoloji "icra ve besteciliği" de kapsayan bir bilim alanıdır. Tarih bilimleri, Felsefe bilimleri gibi çoğul kullanım olamıyacağı gibi "müzik bilimleri" gibi bir kullanım da doğru değildir

Günümüzde özellikle Kuzey Amerika'da anlam değişikliğine uğramış ve müzik tarihinin incelenmesi olarak algılayanlar olmuştur. Bununla birlikte genellikle, müzikoloji yani müzik bilimi, bilimler sınıflandırmasında bağimsız bir bilim alanının adı olarak kabul edilmektedir. Müzikolojinin alt dalları olan "müzik teorisi", "müzik tarihi" ve "etnomüzikoloji"nin 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bağımsızlıklarını ilan etme çabaları olmuşsa da bugün bu üç dal hala müzikolojinin alt başlıkları olarak değerlendirilmektedir Hatta etnomüzikolojiyi müzik tarihinin içinde görüp ayrı bir araştırma alanı olarak kabul etmeyenler de vardır

Müzik Bilimi'nin Tarihi
Müzikoloji'nin ilk olarak "müzik bilimi" anlamındaki kelimenin geçtiği Jahrbuch für musikalische Wissenschaft (1863) adlı eseriyle Friedrich Chrysander tarafından kurulduğu kabul edilir (Randel, The new Harvard Dictionary of Music s. 521). Müzikolojinin o sıralarda henüz kendine özgü bir araştırma metodu yoktu. Eski yöntemlerle araştırmalarını yapıyordu. Üniversitelerde, konservatuarlarda ve özel okullarda müzikoloji öğretimi başlayınca kendine özgü bilimsel metotlar geliştirdi. Büyük müzikbilimi okulları yöntemleriyle birbirinden ayrılırlar. Büyük Britanya organoloji, Fransa arşiv çalışmalarına, tarihlemeye, Almanlar daha çok uslup karşılaştırması, biçimsel çözümleme (analiz), estetik ve yayınlar konusuna ağırlık vermişlerdir. Bu şekilde İtalya ve İngilizler gibi diğer Avrupa ülkelerinin de müzikolojik çalışmalara farklı eğilimleri vardır.

Müzikolojinin kurulmasını sağlayan Germen ülkeleri müzik biliminde önemli eserler hazırladılar. A. W. Ambros (1816-1876) ve H. Riemann (1849-1919), "Guido Adler" (1855- 1941), F. Blume (1893-1975) önemli müzikbilimi eserleri, külliyatlar hazırladılar. Adler müzikolojinin metotları, amaçları, sistematize edilmesi gibi konularda önemli fikirler ileri sürmüştür. XIX. yy. bilginleri arasında August Wilhelm Ambros, Geschichte der Musik (5 cilt, Leipzig 1862-82) adlı geniş çaplı bir eser yazmış ayrıca Bach, Händel gibi bestekarların eserlerini de edite etmiştir. F. Blume'nin yöneticiliğinde yapılan Die Musik in Geschichte und Gegenwart (geçmişte ve günümüzde müzik) adlı eseri Alman müzikolojisinin gurur kaynağıdır. Almanlar müzik estetiğinde Stutgart ekolünü oluşturmuşlardır.

Fransa'da ilk büyük müzik biyograficisi, bibliyografici ve eleştirmen François J. Fetis'dir (1784-1871). Daha sonra Raphael Kiesewetter'in müzik tarihi, Albert Lavignac (1846-1942) Ansiklopedik çalışmaları ile A. Pierro (1869-1943) modern Fransız müzikolojisinin kurucusu olarak bilinirler. İtalya’da G. M. Gatti (1892-1973) İtalyanca müzik sözlüğü, C. Sartori (1913- ) müzik ve müzisyenler sözlüğü ile birlikte Ansiklopedi ve kataloglarıyla ünlü oldular. İngiltere'de Oxford ve Cambridge çok zengin müzik arşivleriyle ünlüdürler. Opera tarihi üzerine çalışmalarıyla E. J. Dent (1876-1957), bir müzik Ansiklopedisi ve müzik tarihine giriş çalışmasıyla J. Westrup (1904-1975), müzikoloji eseriyle D. Stevens (1922- ), bir müzik tarihi ile birlikte müzik yazmaları üzerine çalışmalarıyla bilinen G. Reaney (1924- ) burada çalışan büyük müzikologlardır. G. Grove'nin (1820-1900) müzik ve müzikçiler sözlüğü ölümünden sonrada yenilenerek birçok kez basılmıştır.

İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra ABD'ye göçen Alman müzikologlar yeni teknik olanaklarla bilimsel müzikolojiyi ABD'ye taşımışlardır (Randel, The New Harvard Dictionary of Music, s. 522). ABD'de müzikolojinin kurucusu Library of Congress'in müzik bölümünü ve The Musical Quarterly dergisini yöneten Oscar G. T. Sonneck'tir (1873-1928). Amerikan müziği üzerine bibliyografya ve katalog çalışması yapmıştır. Harvard üniversitesi için bir müzik sözlüğü hazırlayan (Randel, The New Harvard Dictionary of Music, s.522) müzikolog Don Michael Randel'e göre ABD'de müzikoloji Cornell Universitesi'nde 1930'da Otto Kinkeldey tarafından kurulmuştur. Amerikalı müzikolog Baary S. Brook birçok müzikolojik çalışmanın yöneticiliğini yapmıştır.

Bununla birlikte müzikoloji sahasında önemli adımlar atan başkaları da olmuştur. Babillilerin (Sümerlerin) müzik ve çalgılarını Galpin Gün ışığına çıkarmıştır. Ortaçağ müzik anlayışını modern zamana göre açıklayan Cousmaker'dır. Müziğin simgeleri üzerinde önemli çalışmaları ve çözümlemeleri Max Schneider yapmıştır. Bütün bu müzikologlar geniş bir kültürle birlikte bilim araştırmalarını seven ve sebep-sonuç ilişkisini sentez yapabilen kişilerdir.

Recep Uslu'nun Müzikoloji ve Kaynakları (İstanbul İTÜ Vakfı Yay 2006) araştırmasında belirttiği gibi XX. yüzyılın başlarına doğru Müzikoloji'nin çalışma alanı yalnızca Avrupa müziği olmamıştır Doğu müziği, Türk müziği Afrika müziği de müzikologlar tarafından araştırılmıştır Ancak evrim teorisinin ve felsefesinin etkisinde kalan bir kısım müzikologlar bu durumu kabul etmeyip Müzikolojinin çalışma alanını Avrupa müziğiyle sınırlayıp diğer müzikleri ilkel niteleyerek onların müzikolojinin değil yeni bir bilim dalı olarak ileri sürdükleri Etnomüzikoloji'nin çalışma alanı olarak görmek istediler XX. yüzyılın ortalarında bu görüş bazı müzikologlarca kabul edildi. Ancak XX. yüzyılın sonlarına doğru yapılan çalışmalar hiçbir müziğin ilkel olarak nitelenemeyeceğini gösterince "Etnomüzikoloji"nin, Avrupa dışındaki diğer müzikleri inceleyen etnomüzikologlar kültürel müzikolojiyi araştırma alanı olarak benimsediler.

Bugün gelinen noktada ise genel kabule göre Müzikoloji bağımsız bir bilim dalıdır Müzik tarihi müzik teorisi gibi alt dallara müzik mitolojisine kadar varan araştırma alanına sahiptir. Bazıları "Etnomüzikoloji"yi "müzik tarihi"nin içinde bir araştırma alanı olarak kabul etmektedirler. Bununla birlikte Dünya müzikleri, "Karşılaştırmalı müzikoloji", "Kültürel müzikoloji" gibi adlandırılan alanlar da yine müzikolojinin alt dalı olan başlıklardır. Ayrıca bk. Türkiyede Müzikoloji, Müzikoloji Metodolojisi,

Müziğin Tarihçesi
Eski Hint Uygarlığı'na göre müziği, Tanrı Brahma'nın karısı Sarasvati bulmuş. Mısırlılar ise müziği yaratan tanrının Hermas, Osiris ve Horus olduğuna inanırlarmış. Yunanlılar ve Romalılar'a göre ise müzik Apollon, Minerve ve Mercure adlı tanrılar tarafından yaratılmış. İlkçağın en önemli şairlerinden Lucretius, bu inanışlara karşı gelmiş, müziğin tanrı icadı değil, kuş sesi, rüzgar gibi doğa seslerinin taklidinden oluştuğunu söylemiş. Müzik kelimesinin kökeni de Yunan Mitolojisi'ne dayanıyor. Mus veya Musa adı verilen, her biri ayrı bir çalgı çalan dokuz küçük tanrıçanın yaptıkları eyleme müzik denmiş. Bütün bunlar içinde Lucretius bana çok daha anlamlı geliyor.

Bizim Deniz'e geri dönelim. Bir Ay önce beraberce Antalya'ya bir ziyaret yaptık. Değerli ustam Fikret Otyam ve eşi Filiz Otyam da, kızımızdaki bu müzik tutkusunu keşfettiler. Filiz Hanım'ın ağlarken bile şarkı söyler gibi yapan Deniz'e aldığı darbuka, küçük kızımızın hoşuna gitse de, tahmin edeceğiniz gibi Antalya ziyareti sonrasında bizi biraz olumsuz etkiledi.

Televizyonun insan hayatının tümünü işgal ettiği bu dönemde insanı yaşamın diğer alanlarına, renklerine ve tatlarına çekecek ilginin neredeyse tamamının müziğe endekslenmesi ve toplumun büyük bölümünün müzisyenliğe özendirilmesi yeni Mozart'lar yaratır mı bilemiyorum. Ancak görünen o ki, müzik artık popüler kültürün en önemli öğesi. Dinlediğimiz müzik, giyim tarzımızdan yediğimiz yemeğe kadar hayatımızın her alanına nüfuz ediyor. Arkadaşlarımızı bile dinlediğimiz müziğe göre seçiyoruz. Hatta müziğe göre bir sınıf oluşturuyoruz. Ya rockçı oluyoruz ya popçu ya arabeskçi oluyoruz ya da fazlasıyla klasik takılıyoruz.

Dün yazılı basında, seçim kadar önemli bir olayda bile, televizyonlarımızın izlenme oranlarında en yüksek değerleri, halkımızın müzik dünyasına katmayı arzuladığı yarışmacıların programları elde etmiş. Tabii bu sadece Türkiye için geçerli değil, gelişmekte olan bütün ülkelerde ve gelişmiş ülkelerin izlenme oranlarını belirleyen varoşlarında da aynı. Bu yeni oluşumun en büyük mağdurları da müzik emekçileri. En çok şikayetler de onlardan duyuluyor.

Recep Uslu'nun araştırmalarına göre müzik tarihi kendine ait metotlara sahip olmakla birlikte, genellikle tarih metodolojisini kullanır. Metodolojik anlamda müzik tarihi araştırmaları müzikolojinin kurulduğu yıllarda başlamıştır. alan araştırmaları, güncel müzik tarihine girmektedir. Türe, ülkelere, coğrafi bölgelere, insan toplumlarına ve konularına göre müzik tarihi yazılabilir. Müzik tarihi metinlerinde araştırılan konunun terimlerine bağlı kalmak kabul edilen esaslardandır.

Şarkılarla Dolup Taşan Bir Yazar: Mehmet Bilâl

Edebiyat dünyası Mehmet Bilâl�i çok iyi tanıyor. �Üçüncü Tekil Şahıs� ve �Adresinde Bulunamadı� adlı kitapları, hem radikal tavrı ve üslubu, hem de anlattığı konuların farklılığı ile her türden insanı çarptı.

Televizyon dünyası da çok iyi tanıyor Bilâl�i; kendisi �Aliye�, �Rüya Gibi� ve �Binbir Gece� dizilerinin senaristlerindendir. Hemen hemen herkes, �Bu kanallarla, bu dizilerle nereye varacak sonumuz?� diye kaygılanmaktayken başladı senaryo yazmaya ve hepimiz gördük ki, önemli olan �niyet�tir; insan isterse en daralmış, en sıkışıp kalmış alanda bile işin �insani� yanını öne alabilir, yukarıya taşıyabilir.

Böyle yazarlardandır Mehmet Bilâl, insanı insan yapan her türden duyguyu layıkıyla kaleme alır; tarif eder, betimler, gösterir. Üstelik şarkılar eşliğinde yapar bunu.

Yazarın can damarlarından biridir müzik. Çalan (ya da yazarın çalmasını arzu ettiği) şarkı, o sırada olup biten her neyse ona eklenir, onu daha anlaşılır kılar. Anlatılana hem güç hem de berraklık katar Bilâl�in çaldığı şarkılar. Yazılanlar-konuşulanlar duyduğumuz şarkının da etkisiyle yüreğimize dokunur. Bu şarkılar anlatılanlara uysa da uymasa da, kendi maceramızı çağırır, filmin yeniden dönmesine sebep olur.

İçinden şarkılar geçirip duran biridir Mehmet Bilâl.

Böyle birinin müzik üzerine yazı yazıyor olması da, bu nedenle çok anlaşılır, çok olağan. Aynı zamanda biz okurlar ya da müzik tutkunları için de büyük bir şans. Şarkılara tutunmanın, şarkılara bağlanarak yaşamı sürdürmenin nasıl bir şey olduğunu bilenler, Bilâl�in müzik üzerine yazdığı yazılardaki her �takıntı�yı, her �imge�yi eminim ki sevinç çığlıkları atarak, �Ah evet! Tıpkı benim gibi, aynen benim gibi, benim yaptığım gibi!� diye düşünecek, bir �ikiz kardeş�e rastlamış gibi huzur, keyif duyacaklar.

Şarkılar bütün bunları yapmaya muktedir mi gerçekten? Evet öyleler. Aliye�de �Ben Varım� (Ayten Alpman) laf olsun diye dönmedi; o şarkı binlerce sözün anlatamadığını anlattı bize; ya da anlatılanları katladı-güçlendirdi. �Duygu� dediğimiz şey bazen suya yazılmış bir yazı, bazen de yüreği boydan boya biçmiş bir kılıçtır. Mehmet Bilâl, (aradaki diğer renk ve dereceleri de atlamadan) �duygu�yu boydan boya kavrıyor, her iki uç arasında ustalıklı bir biçimde gidiyor-geliyor. Bunu yaparken de, fazla değil yalnızca birkaç silahı var: Tanrı vergisi yeteneği, usta dili ve müzik tutkusu.

Şarkılarla dolup taşan bir yazar Mehmet Bilâl; müzik üzerine yazdıklarını okurken bunu net bir biçimde zaten göreceksiniz. Bir de şunu göreceksiniz: O şarkılar kağıttan-ekrandan size de ulaşacak, sizi de sarıp sarmalayacak. Direnmeyin; bırakın kendinizi! Yeniden bir yerlere tutunmak istediğinizde, bunu şarkılarla yapabileceğinizi bilin. Şarkılar kimseyi yarı yolda bırakmamıştır.